16 Eylül 2012 Pazar

Gerçekten?


Hayatın içinde kurduğumuz en zavallı cümle değil midir "ben öyle demek istemedim"? İfade etmek istediğimiz şey için yanyana getirdiğimiz kelimeler bir türlü asıl duygumuzu anlatmaya yetmediğinde düştüğümüz savunma hali, özelliklede sevdiklerimize karşı olduğunda içimizi nasıl acıtır, karşımızdaki tarafından yanlış anlaşılmış, onun algısından elenmiş ve hiç bize ait olmayan fakat öyle yaftalanan bir düşünceye karşı oynanan bu kılıç kalkan oyunu beni çok yoruyor. Yoruyor çünkü hayatımın içindeki herhangi bir insanla, aynada gördüğüm kendim kadar net olsun istiyorum yansımam. Oysa bu söylediğim şey hiçde kolay birşey değil! Çünkü herhangi bir insanı tanımak için kullandığımız veri depolarımız, herbirimizin kendi geçmişinde edindiği tecrubelerle dolu...

Bir örnek vereceğim şimdi, kendi geçmişimden. Bizim mahallede bir ayağı sakat olan bir sokak köpeğimiz vardı. Bu köpek son derece uysal olmasına rağmen, her anadol kamyonet gördüğünde delicesine havlar ve sokaktan çıkana kadar o kamyoneti kovalardı. Meğer ona bir anadol kamyonet çarpmış ve ondan sonra sakat kalmış... O köpek bundan sonra her anadol kamyonete düşman olmuş ve bu yüzden kovalayıp dururmuş... Bunu öğrendiğim gün genellemelerin bir insanın hayatına nasılda zarar verebileceğini anladığım gündür.

Biz insanlar, tam olarak çomar kadar düz bir mantıkla, canımızı acıtan her musibeti bin nasihatten iyi sayıyor ve hayatı yaşamak yerine, bir daha acı yaşamamak adına kendimize duvarlar örüyoruz. Korkularımız bizi güvenli bir f tipi yaşama doğru sürüklerken iyi birşey yaptığımızı söylüyoruz kendimize. Önyargılar ve genellemelerle sigortalıyoruz benliğimizi. Ondan sonrada "yaşıyorum" diyoruz öyle mi?

Öyle mi gerçekten? Yaşıyor muyuz bu şekilde gerçekten? Yoksa sadece oyalanıyor muyuz? Herhangi bir insanı anlamaya çalışıyor muyuz? Sadece idare mi ediyoruz yoksa seviyor muyuz etrafımızdakileri. Kim bu "herkes" dedikleri? Etraf yoksa sadece evin etrafına örülmüş, her bahar beyaza boyanan ahşap çitler gibi mi bizim için? Durması için elini kaldırdığın taksicinin belkide seni en iyi anlayacak ve birşeyler anlattığında seni en iyi anlayacak kişi olmadığı ne malum? Hapşırdığında çok yaşa demek yerine, hastalık bulaştırır diye korkarak kafanı çevirdiğin insanın hayatının aşkı olmadığını nereden biliyorsun? Bugün sadece sorumluluklardan ibaret görerek içinde boğulduğun ve yaptığın hiçbirşeye sevgi katamadığını iddia ettiğin bir hayatın mı var? Sadece herşeyini bildiğin için katlandığın bir hayatın mı var? Bildiğin acı, bilmediğin herşeyden daha mı yaşanılır? Harakete geçmek için "daha kötü ne olabilir ki" demeyi beklemekten daha iyi bir zaman yok mu sence?

Söylemek isteklerini, söyleyebildiğin biçimde anlayanların olduğu bir cennet hayal ederek "başkalarının cehennemine" katlanma gücünü sürekli yeniden üretmektense, hala yaşarken hayatını cennete çevirmek için harcasan enerjini çok daha güzel olmayacak mı?

5 Nisan 2012 Perşembe

Galiba


Galiba, sadece bilmek, ya da yöntemini bulmak, güçlü olduğuna kendini inandırmak, sonsuz mutluluk arayışının sadece masallarda kalması gerekliliği ve hayatın sürekliliği içinde kusurlu, hatalı, eksik, hüzünlü, korkulu, güvensiz... kısaca “olumsuz” olarak taşıdığımız yanlarımızın da bizim olduğunu, belki de bazılarını sadece kabullenmemiz gerektiğini mi anlamalıyız acaba. Acaba zaten olmak istediğimiz insanın içimizdeki sesi, hayatımızın akışında yapmak zorunda olduklarımıza kızgınlığı, her yenilgiyi kabullenişimizi ya da her yanlışımızı düzeltemeyişimizde bize olan anlayışsızlığı, sürekli bir bahane bulup ertelediğimizi söyleyip durması, bir yerde bizim bile kendimizi aslında tam olarak anlayamadığımız gerçeği midir? İdeallerimizi doğru bir şekilde biçip dikecek kadar ustamıdır ki bu benlik? Belki de “carrot on a stick” gibi kendi kendimize koyduğumuz, hep bizden bir adım ileride, hep bizden bir adım daha iyi, hep bizden daha güçlü olan bu benlik midir aslında mutsuzluğumuzun sebebi? O hep dürüstlük ister, hep aşkı o bilir, o hep sabırlıdır, o hep nerde ne yapılması gerektiğini biliyordur, her fırsatını bulduğunda davranışlarımızı sorgulayan, her hayal ürünüyle kendini besleyip, bizim gerçekliğimize bu hayalleri dayatıp duran bu benlik gereğinden fazla ukala gelmeye başladı bana artık. Onu ben besledim gerçi, çocukluğumdan beri sığınıp durduğum kitaplarım, müziklerim, filmlerim, hayallerim, bu hayat her üzerime geldiğinde hep ben ona sığındım. Ben onu ne kadar yaşıyorsam o kadar mutluydum. Sonra birgün, o reklam ajansının kapısı 14 yıl sonra tekrar açmamak üzere kapattığım gün çıkardım hayata çırılçıplak... Teşvikiye yokuşundan aşağı rüzgar yüzüme vururken hatırlıyorum ne kadar mutlu olduğumu... O günden beri çok arsız... Hep yaşamak istiyor. Bazen yapmak zorunda olduklarıma tahammülü yok! Oysa ben artık Anneyim, anı yaşa diyip duruyor bana, oysa benim binlerce sorum var gelecekle ilgili... Kızıyor bana... Endişelerimi haksız buluyor, sabırsızlığımı anlamıyor, korkularıma gülüyor... Bilmiyorum... Bilemiyorum....

23 Mart 2012 Cuma

Hayat

Hayat; eğer sen görmek istersen her gün sana gülen yüzünü gösteriyor. Sen yüreğini temiz tut. Eğer çok meşgül ise aklın dertlerinle, başını çevir kendinden şu güzel bahar gününde cıvıldayan minik serçelere... Ya da kupkuru bir ağacın dalında heveslenip yeşeren minicik bir daldaki, küçük yeşil yaprağa bak... Bana verdiği umudu, gösterdiği yaşama gücünü eminim senden de esirgemeyecektir. Sarmışsa senin kendi hayatını tüm olumsuzluklar, tüm imkansızlıklar, etrafında kimse gülmüyorsa, yine dön o yaprağa bak... Sen o yaprak ol. Sonra sonra çam ağacı olmayı öğrenirsin böylece... ve hayatın çirkin yüzüne karşı savaşma gücünü kendi güzelliğini diğer güzelliklerle harmanlayıp topladığın yaşam enerjisiyle bulursun... Vaktim yok diye sızlanma, bu sızlanmanın senden çaldığı vakitleri hesapla ve kendine bunu yapmaktan vazgeç artık... Yapamadıklarına yenilme, yapabildiklerinin zaferleriyle yap kuleni... Küçük şeyler olabilirler belki, ama unutma; ilkokulda öğrenmiştik bir düzine kibrit çöpünü kıramadığımızı ve belkide bu hayatta en işimize yarayacak bilgiydi!

21 Şubat 2012 Salı

Kendimden vazgeçerken farkında değildim, farkına vardığımdaysa kendimde değildim

Hep merak eder dururum. Nedir bu kendim meselesi... Ne demek vazgeçmek.... Ya da ödün vermek ne demek? Ne zaman ödün verdiğini farkediyor insan, verirken mi? yoksa bir beklenti için ektiği tohumlardan verim alamadığında mı? E peki o beklenti ya da istek ne ise o da sen değil miydi? Zaten sen kendin için isteme mişmiydin o istediğini? Nedir bu kendim meselesi gerçekten? Biraz riyakar gelmeye başladı bana bu "ben"likler, senin için yaptımlar, vazgeçtimler, tümü artık kocaman bir saçmalık olarak görünüyor gözüme...

İnsan yaptığı herşeyi ama herşeyi zaten sadece kendisi için yapar. İnsanın yaşamı kendisidir. Kendisi yaşamıdır. İnsanın sevdikleri kendi sevdikleridir. Onlar için yaptığı herşey kendi sevgisi içindir. Yani yine kendisi içindir.

Başka bir yandan, bence çoğumuz olmak istediğimiz insanı kendimiz zannediyoruz. Zanlarımız kişiliklerimizin önünde, arkasında, sağında, solunda... Saklanmayan ebelerse nedense hep başkaları ya da kader, veya şans... Ben şu olabilirdim ama olamadım... Geçmişi suçla, gelecekten kork, olduğun yerde say, kendini kabullenme ondan sonra da... Ben aslında....

Hayır, aslın da astarın da yaşamın neyse o... Okuyamadıysan, temelin sağlam atılamadıysa, hayatın adaletsizliği içinde yaşam seni korkunç bir yerde, bir o kadar korkunç bir ailenin bebeği olarak dünyaya getirdiyse, engelliysen, engelsizsen, Tanrı adil değilse de yine yaşamın neyse sen o sun. O kadarsın işte sen... Değilsen, değilmiş gibi hissediyorsan da bunun için harekete geçmeyen de sensin, geçen de sensin. Bakıp durma göklere ya da uçurum diplerine, dipsiz kuyulara... Kalk aynaya bak, sen mi sevmiyorsun onu, yoksa başkaları sevsin diye mi uğraşıp duruyorsun şu çok önemli kendinle... Sen mi seviyorsun onu, yoksa başkaları mı yüceltmiş de koymuş tepesine hiç sana ait olmayan bir seni.... Kimsin sen? Çok mu önemlisin gerçekten, ya da hiç mi önemsemiyorlar seni... Çok mu hastasın, çok mu fakir, çok mu yalnız, çok mu yetenekli, çok mu başarılı, çok mu başarısız... Güldün mü bugün? şöyle gerçekten bir güldün mü? Ağladın mı gerçekten? Yoksa bütün bunlara hiç vaktin olmadı mı geçim kaygısından... O kaygı niye peki? Mutlu edebildin mi kendini, ya da mutluluğundan sorumlu olduklarını o kaygıyı onlar için duyduklarını üzdün mü yorgunluktan... Ya da hiç böyle dertlerin olmadığından mı muzdaripsin... Muzdarip misin? Kimsin sen? Çok mu dert bu kim olduğun...

Hayatın kadarsın işte, hayat senin kadar.... Hayıflanıp duruyorsan kabullenmediğin birşeyler vardır illa ki... Kabullenmediklerin asla değiştirilemeyecek şeyler olabilir ve hayat acımasızca sana bunu sürekli hatırlatabilir mi? Yoksa sen mi yaparsın kendine bu acımasızlığı... Sen mi bir türlü sindiremessin içine engellerini...

Yapabilecegin halde yapamağın hiç bir şey yok insan. Yapmadıkların vardır. Onları da sen yapmıyorsundur.... Yapamayacakların için ise üzülme artık.... Yapamıyorsundur işte insan... Kimse de birşey yapamıyordur.... Yorma artık beni, seni, onu... Sadece yaşa ve bitir şu hayatı....

8 Şubat 2012 Çarşamba

Deli Defteri

Deli Defterini 2006 yılında hazırlamıştım
Belki yayımlatırım ümidiyle bir köşede bekletiyordum
Ancak burdan paylaşmak istedi gönlüm...
PDF versiyonunu gönderebilirim isteyene, mail atarsanız.









































30 Ocak 2012 Pazartesi

Nezaket

Nezaket sadece samimi oldugunda guzel.
Nezaketin bizde iki farkli yansimasi oluyor; "Ne kadar nazik bir insan" ya da "Aman canim iste, nezaketen davet etti" arasında dağlar kadar fark var. Yapılan şeyin gönülden mi, yoksa bir çıkar uğruna mı yapıldığını gösteren bu farkı yaratan şey hiç şüphem yok ki içimizdeki insan sevgisidir.

Bir genç, otobüsteki bir yaşlıya yer verirken gönülden nezaket gösterir. O yaşta bir insanın ayakta yolculuk yapmasının ne kadar zor olacağı empatisini kurar ki ona yer verir. Ancak bir yalaka çalışanın patronuna gösterdiği nezaketin duygusu aynı mıdır? Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez diyen atanın (ki bence dayaklıktır da neyse) nezaket duygusu aynı mıdır?

Siz kime ne için nezaket gösteriyorsunuz? İçinizden gelerek, sevgiyle, hatta nezaket gösterdiğinizin farkında olmayarak bu durumu yaşıyor musunuz?  Cevap evet ise siz sevmeyi biliyorsunuz demektir : )

27 Ocak 2012 Cuma

Tüketiyoruz

Tüketiyoruz... onumuze sunulan her$eyi... elde etmek icin cabaladigimiz her$eyi... duygulari...

Tüketiyoruz... mutsusuz... sevgiyi unutuyoruz...

Tüketiyoruz... icimizdeki mutsuzlugu rengarenk saclarimizla bastirabilecegimizi saniyoruz.. ruhsuzuz..ruhumuz siyah...

Tüketiyoruz... a$ki tuketiyoruz.. gercek degiliz kocaman bi yalaniz...kolayi seciyoruz.. du$ aliyoruz geciyor...

Tüketiyoruz... sIkIlIyoruz.. sIkIntIlIyIz... sevdayi istemiyoruz bu yuzden...kolay degil ki sevda...

Tüketiyoruz... ickiyi tuketiyoruz.. o bizi tuketiyor biz onu... doymuyoruz..

Tüketiyoruz... van nayt stentiz... onuda tuketecegiz...

Tüketiyoruz... tum bunlar e$liginde duygu tercumanimiz muzigi tuketiyoruz... Eskilerin sevdasiydi blues...you cut me to the bone.. $imdi duygusuz elektronik bi cirpida... tipki hayatlarimiz gibi...

Kim iligine kadar sevda acisi cekiyor ki? Sevda acilari banyo copundeki prezervatifte birakiliyor. Ne kolay vazgectiniz sevdalardan...

Tüketiyoruz... yanlizligimizi tuketiyoruz... sevdalanmamayi yanlizlikla bagda$tiran bencil insanlariz... oysa benligimize giren cikan belli degil...

Tüketiyoruz... dostluklarimizi tuketiyoruz... karizmaya bagladik varolu$umuzu... karizmayida soguk gozlerimize... sicak insan olmak verimkarlik manasina geliyor...

Ben mi? Ben aciyorum.. yani canim aciyor... bunca kolay hayata nasil cani acimasin ki "insan"in.. son gunlerde bir kirmizi gitar olmak istiyorum...iyi bir ustanin elinde duygularimi anlayana dokmek istiyorum...


2001